One Battle After Another: Başarılı Ama Abartılmış Bir Anlatı

Toplumsal çalkantılarını arka planına alan One Battle After Another, Amerikan halkının derin kodlarını bozarak dikkat çekmeye çalışan bir yapım. Film, anarşizmden yabancı düşmanlığına, “safkan ırk” takıntısından sistem karşıtı öfkeye kadar birçok tehlikeli fikri tartışmaya açıyor; ancak bunu yer yer sorgulamak yerine parlatıp köpürterek adeta bir “ulusal mastürbasyon nesnesine” dönüştürüyor.
Bu nedenle, filmin üzerine yağan övgülerin önemli bir kısmını abartılı bulduğumu söylemeliyim. Hele karşımızda Paul Thomas Anderson gibi filmografisinde sayısız başyapıt bulunan bir yönetmen varken, One Battle After Another’ın böylesine yüceltilmesi pek inandırıcı değil.

Bu şişirme atmosferi biraz da uzun süredir sinema vizyonlarının boş kalmasından kaynaklanıyor. Eski filmlerin yeniden gösterimleriyle dolan salonlarda izleyici algısı da doğal olarak kaymış durumda. Filmi yüksek bir beklentiyle izlemeye gittim, karşıma çıkan ise “iyi” bir film oldu — ama asla bir başyapıt değil. Büyük beklentiyle giren biri, salondan bir miktar hayal kırıklığıyla çıkacaktır.

Sean Penn’in performansına ayrı bir parantez açmak gerek. Oyunculuğu elbette başarılı; ancak onun gibi iki Oscar sahibi bir oyuncudan zaten iyi bir performans bekleriz. Burada “efsanevi” bir dönüşüm ya da yeni bir zirve yok. Mystic River, I Am Sam ve Milk’teki performanslarıyla karşılaştırıldığında bu filmdeki oyun, daha çok “yerinde bir iş” olarak kalıyor. Yine de filmin en güçlü halkası olduğunu kabul etmek gerek; Oscar adaylığı alırsa şaşırtıcı olmaz.

Filmin adı oldukça yerinde çünkü One Battle After Another gerçekten de bir dizi çatışmanın toplamı. Aile içi mücadelelerden örgüt savaşlarına, düzen karşıtı direnişten kişisel hesaplaşmalara kadar farklı cephelerde süregelen bir savaş hâlini anlatıyor. Bu çok katmanlı yapı, anlatıya bir epizodik form kazandırıyor. Film açıkça belirtmese de, French 75 anarşist grubunun mücadelesiyle başlayıp Albay Lockjaw’un sürece dahil olması ve sonrasında çözülme evresine geçilmesi bu yapıyı belirgin kılıyor.

Yine de filmin temel problemi, işlediği konulara verdiği dengesiz ağırlık. Lockjaw’un dahil olduğu örgüt, Hitler dönemi totaliter yapılanmalarını hatırlatacak kadar ilginç bir potansiyele sahipken bu çizgi yeterince derinleşmiyor. Mizah dokunuşları da çoğu yerde tonun ciddiyetini baltalıyor. Ben daha keskin, daha karanlık bir anlatımın filme çok daha fazla yakışacağını düşünüyorum. Müziklerde ise son bölüm hariç genel bir uyumsuzluk hissediliyor.

Tüm bunlara rağmen, otoban sekansı, tempolu kurgusu ve sağlam oyunculuklarıyla One Battle After Another kesinlikle izlenmeyi hak eden bir film. Ancak ne bir başyapıt ne de IMDb’nin “top 250” listesinde kalacak türden bir iş.
Sonuçta elimizde iyi çekilmiş, iyi oynanmış ama fazlasıyla abartılmış bir yapım var.